• ÖNCE ÇOCUKLARIMIZ

  • ÖNCE KADINLARIMIZ

  • ÖNCE AİLELERİMİZ

  • ÖNCE GENÇLERİMİZ

  • ÖNCE YAŞLILARIMIZ

ÖLÜM VE KAYBIN HİSSETTİRDİKLERİ

ÖLÜM VE KAYBIN HİSSETTİRDİKLERİ

Bir yakınımızı kaybettiğimizde bir düşünce olarak bunun inkar edilmesi genellikle çok uzun sürmez. Böyle bir durum dışarıdan hemen fark edilir ve çevre tarafından müdahale edilir, gerekirse tıbbi destek aranır. Ama duygusal açıdan kaybın kabul edilmemesi daha kolaydır ve bununlar daha sık karşılaşılır. Yitimin kabul edilmesiyle birlikte karşılaşılabilecek çaresizlik, korku, yalnızlık, tükenmişlik, isteksizlik, zevk alamama, sıkıntı, kaygı, öfke, üzüntü gibi duygulara katlanamayacağını bilinçdışı olarak algılayan kişi bunlara karşı kendisini savunmaya çalışır. Ya bu duygulardan kendisini yalıtır, ya bunları baskılar, ya bastırır ya da bu duyguları farklı biçimlere dönüştürür. Yasın duygusal kısmından uzak durmaya çalışmak bazen işe yarar ve kişi kendisini hazır hissettiğinde bunları duyumsamaya başlar. Bazen de bu duygulardan kaçmaya çalışmak ya da bunları yaşayabilecek zaman ve zemin bulamamak yas sürecini dondurur, kişinin yasa saplanmasına neden olur ve yaşamın daha da sıkıntılı bir hal almasına neden olur.

Bazen koşullar buna izin vermez. Kaybın ardından değişen yaşam, yoğun olarak çalışmak zorunda olmak, aile içinde değişen roller nedeniyle çok fazla sorumluluk yüklenmek gibi nedenler kişinin yas tutmasını engelleyebilir. Bazen de gerçekte böyle şeyler olmadığı halde kişi yanındakilerin üzülmesini, acı çekmesini istemediğini bahane ederek yas tutmaktan kaçınır. “Annem üzülmesin diye babamın ölümünü hiç konuşmadık, onunla ilgili konuları hemen örtbas ettik, hatıralarını evden uzaklaştırdık.”, “Oğlumun çok üzüleceğini düşünerek kardeşinin ölümünü hiç konuşmamaya çalışıyoruz.” gibi sözleri sık duyarız. Aile bireylerinden birini kaybeden ergenler üzerine yapılan bir araştırmada, ergenlerin kayıpları hakkında konuşmaya hazır oldukları, konuşmak ve paylaşmak istedikleri ama arkadaşlarının ve akrabalarının bundan kaçındıklarını gördükleri ortaya çıkmıştır[1]. Zorlukları, sıkıntıları, üzüntüleri ve acıları paylaşmak bunların yaşanmasını ve şiddetlerinin azalmasını sağlamaktadır. Yani etkileri genelde tahmin edilenlerin tersine iyileştiricidir.

Ama kişinin, bu duyguları yaşamak için kendisine bir fırsat vermesi ya da böyle bir fırsat yakalayabilmesi çok önemlidir. Korku, çaresizlik ve yalnızlık duyguları yoğun olarak yaşanıyorsa hem bunların sakinleşmesi hem de dile getirilmesi için yardımcı olmak gerekir. Bu gibi duygularla, özellikle anne-babasını kaybetmiş çocuklarda sıklıkla karşılaşılmaktadır. Eğer kaybedilen kişi, kaybedenin geçimini, barınmasını ve beslenmesini karşılıyorsa ölümü çaresizlik hissedilmesine neden olabilir. Böyle duygularla baş etmede çevrenin, yakınların ve devletin desteği çok önemlidir. Aynı şey tükenmişlik, isteksizlik, zevk alamama duyguları için de geçerlidir. Çevrenin desteği ve yardımı gerekir. Yas tutulan eve yemekler getirilmesi, ziyaretine gidilerek başsağlığı dilenmesi ve gereksinimlerinin sorgulanması güzel bir geleneğimizdir. Bir ailede doğan insan yasını da ancak ailesi ve yakınları ile tutabilecektir. Bu yönüyle yas tutulmasının önemli sosyal boyutları vardır.

Yas tutan kişinin yakınları tüm yaklaşımlarında onu destekleyen ve yardıma hazır olduklarını hissettiren bir tavır sergilerken, kişiyi zorlamamalıdırlar. Böyle bir anda konuşma, paylaşma ya da herhangi bir etkinlik için zorlama, kişide anlaşılmadığı ve yaşadığı güçlüğün hafife alındığı duygularını doğurabilir.

Bazen de tüm bunların tersine kişinin kaybı hemen kabullendiği, çok hızlı bir biçimde uyum sağladığı ve yaşamına devam ettiği görülür. Böyle bir durum aldatıcı olabilir ve sahte bir iyiliğin ardında gizlenen sıkıntı ve zorluklar olabilir. Böyle bir durumla karşılaşıldığında bu kişilere destek olmak, yaşadıkları zorluğun anlaşıldığını fark ettirmek, kayıplarını konuşabilecekleri olanaklar hazırlamak ve her zaman kayıpları ile ilgili yardım alabilecekleri bir yer olduğunu hissettirmek gerekir. Böylelikle bu kişiler kendilerini hazır hissettiklerinde yaslarını değerlendirmeye başlayabilirler.

Ama yine de herhangi bir duygu çok şiddetli ve uzun süreli olarak, yaşamı ve ilişkileri olumsuz yönde etkileyecek biçimde yaşanıyorsa psikiyatrik destek alınmalıdır.

Kaybın yaşanmasından sonra “Şimdi ve bundan sonra ne olacak, nasıl yaşayacağım?”, “Onsuz yaşayabilecek miyim?” gibi sorular ya da “Artık ben de yaşayamam.”, “Onsuz bir yaşama düşünemiyorum.” gibi olumsuz düşünceler akla gelebilir ve bunlar bir kaygı ve sıkıntı yaratabilir. Bu soruların ve düşüncelerin yanıtlanması hatta bazen tekrar tekrar sorulup yanıtlanması gerekebilir, ta ki yeterli yanıtlar bulunana kadar. Diğer yandan bu gibi duygu ve düşüncelerin yavaş yavaş yaşanmaya başlanması inkarın azaldığını, bir kabullenme sürecinin kapısından girildiğini gösterir.

Yas sürecinde yaşanılanlarda, düşünülenlerde, hissedilenlerde, konuşulanlarda tekrarlarla karşılaşılır. Sevilen bir kişinin kaybı ağır ve büyük bir lokmadır, onu yutabilmek için tekrar tekrar, defalarca çiğnemek gerekir. Böyle tekrarlar çevre tarafından hoş görülmeli, sabırla karşılanmalıdır. Kişi bu tekrarlarını yaşayabileceği bir alan ve zemin bulabilmelidir.