• ÖNCE ÇOCUKLARIMIZ

  • ÖNCE KADINLARIMIZ

  • ÖNCE AİLELERİMİZ

  • ÖNCE GENÇLERİMİZ

  • ÖNCE YAŞLILARIMIZ

KAYIPTAN SONRA ŞOK, İNKAR, YADSIMA

KAYIPTAN SONRA ŞOK, İNKAR, YADSIMA

 

Ölüm ve kayıp insan için ağır bir yüzleşme yaratır, zordur ve acı verir. Ölüm, ayrılıkların en somutu, en geri dönüşü olmayanı ve en acısıdır. Ölüm gerçektir ama gerçekleri kabul edebilmemiz için önce onlara inanabilmemiz, inanabilecek gücü içimizde hissedebilmemiz, inanmak için kendimize izin vermemiz gerekir. Ölümün ağırlığı, kişinin gerçekliği reddetmesine, gerçekliği sorgulamasına ve gerçeklikle bağının zayıflamasına neden olabilir, özellikle de ölüm haberinin alındığı ilk anlarda. “Gerçek olamaz!”, “Buna inanamam!”, “Söyleyin tüm bunlar doğru mu?”, “Bana bunların şaka olduğunu söyleyin!”, “Babam ölmüş olamaz!”, “Hayır o benim karım değildir!” gibi sözleri böyle anlarda sık duyarız. Bu, bazen çok açık olarak ölümün inkar edilmesi biçiminde olabilirken bazen de kültürle uyumlu ya da örtük yollarla olabilir ve sürebilir. Örneğin babasının ölümü kendisine bildirilen bir ergen sanki hiçbir şey olmamış gibi televizyon seyretmeye devam etmiş, sanki söylenenleri duymamıştı. 73 yaşındaki bir kadın ise, 30 yıl önce kaybettiği, zeytincilik yapan kocasının ismini kapısının zilinden hiçbir zaman silmemişti. Hatta babaları öldükten sonra zeytincilik işini yapmayı sürdüren oğulları, sürekli kullandıkları zeytin tenekelerinin üzerinden babalarının ismini kaldırmayı istediklerinde buna izin vermemiş ve sanki kocası yaşıyormuş gibi 30 yıl boyunca kocasının isminin tenekelerin üzerinde durmasını sağlamıştı. Ama bir yandan da kocasının ölmüş olduğunu bilmeye devam ediyordu. Toplumsal açıdan da böyle bir davranış saygıyla karşılanıyor ve “Bu kadın kocasını ne kadar çok seviyor.” biçiminde bakılıyordu.

İnkarın düzeyi kişiden kişiye, olaydan olaya ve yas sürecindeki yerine göre çok farklılıklar taşır. Yadsıma, kültür içinde, ailede ve yaşanılan çevrede kabul edildiği düzeyde çeşitlilikler gösterir. Bazen inkarın düzeyi, zaman içinde de değişir. Duygular yoğunlaştığında ya da bazı özel anlarda, kaybedilen kişinin yokluğu inkar edilebilir. Ama sıklıkla genel seyri, inkarın gittikçe azalmasıdır. Burada normal ve hastalıklı arasında ince bir çizgi vardır. Ayrılmanın, kaybetmenin kabul edilmeyişi çok romantik gözükebilir. Eğer yaşam için sorun çıkartmıyorsa ve sosyal açıdan çok garip karşılanmıyorsa müdahale edilmesi gerekmeyebilir. Ama yaşamı zorlaştıran, ilişkileri bozan, çevredeki kişiler tarafından garip gelen bir durum söz konusuysa mutlaka dikkate alınmalı ve müdahale edilmelidir.

Toplumsal olarak ayrılma konularına yaklaşımımız inkar düzeneklerini destekleyebilmektedir. Sosyal ortamlarda gruptan ayrılmayı, grubu bırakmayı, misafirlikteyken kalkılıp gidilmesini, bir çocuğun evinden uzakta okumasını pek özgür ve olumlu bir biçimde karşılamayız. Bu yaklaşımlar, bir sevilen kaybedildiğinde de onun gittiğini, gidebileceğini kabullenememe, kabullenmeme olarak ortaya çıkabilmektedir.

Bunun en açık ve sık karşılaşılan bir türünü kanser hastaları ile onların tedavileriyle ilgilenen yakınları arasında oynanan oyunlarda görürüz. Kansere yakalanan kişinin yakınları onun kabullenemeyeceğini ve kaldıramayacağını düşünerek hastalığı ondan saklamaya çalışırlar. Bu öyle büyük bir oyuna dönüşür ki hasta kanser hastalarının tedavi edildiği onkoloji servisinde yatar ama hastalığının ne olduğunu sorduğunda ona binbir dereden su getirilerek yanıt verilir. Hasta da bu oyuna katılır, katılmak zorunda kalır ve sonuna kadar böyle gider. Bu durumlarda gözden kaçırılan, hastanın böyle bir bilgiyi taşıyıp taşıyamayacağına yakınlarının karar veriyor olması, hastanın böyle kendisi ile ilgili çok önemli bir durumdan haberdar edilmiyor olması, kişinin bireysel kontrolünün ve haklarının ailesi tarafından elinden alınıyor olmasıdır. Genellikle böyle durumlarda kişinin kanser olduğu bilgisini hasta kaldıramıyor değildir, bu bilinmiyordur. Aslında zorluk yaşayanlar hastanın yakınlarıdır. Yaşadıkları zorluk genelde, “Hastamız kanser olduğunu öğrenirse verdiği tepkilerle ne yaparız, nasıl teselli ederiz?” konusundadır. Burada inkar farklı bir düzlemde yaşanıyordur. Kişinin kendi içinde değil de aile topluluğunun içinde. Ama nedeni aynıdır, ölümü, ayrılığı çağrıştıran ve anımsatan şeylerin zor, ağır ve acı gelmesi, bunlara katlanılamayacağının düşünülmesi ya da hissedilmesi. Böyle bir durum hastanın yakınlık, sıcaklık ve ilgi beklediği bir anda ilişkilerin sahteleşmesine neden olur, ilişkideki güven zedelenir.

Yadsıma, bazen zihnin tümünde yaşanırken bazen de zihnimizin bir kısmı kaybı kabul ederken bir kısmı yadsımaya devam eder. Kocasıyla birlikte yaşayan bir kadın, kocası öldükten sonraki aylarda onun evin içinde olduğunu hissettiğini söylüyordu, ama diğer yandan tüm yaşamını kocasının yaşamından çıkışını kabullenerek düzenlemişti. İki çocuğunu küçük yaşlarda kaybetmiş olan bir ailede ise sanki bu çocuklar yaşıyormuş gibi her yıl onların doğumgünleri kutlanıyor, anne-babaya kaç çocukları olduğu sorulduğunda ölmüş olan çocuklarını da sayarak yanıt veriyorlardı. Bu ailedeki çocuklar da kaç kardeşleri olduğu sorulduğunda ölenleri de katarak yanıt veriyorlardı. Yani yaşamları sanki onlar da evin içindeymiş gibi sürüyordu, ama onların evde olmadığını herkes biliyordu.

Tüm bunların yanında, ölüm haberinin ya da ölüm olasılığının öğrenildiği ilk anlarda yaşanan şok ve inkar, kişiye biraz soluklanması ve önündeki zor süreç için enerjisini toplaması için zaman verir. Hatta bazen kişi böyle bir acıyı ve üzüntüyü yaşayamayacağını bilinçdışı olarak hisseder ve bu zamanı yıllarca uzatır, yasını yaşamayı erteler. Aşağıdaki hasta gibi, kendisini hazır hissettiğinde, artık üzülmek, kızmak, ağlamak için kendisine izin verebileceğini düşündüğünde yasını tutmaya başlar.

28 yaşındaki bir hastam ölen kardeşinin, ailesi de çocuklarının yasını yıllarca tutamamışlardı. Bu yas tutamayışları evlerindeki yaşama yansıyordu. İki odası ve bir salonu olan küçük bir evde yaşayan hastam ve anne-babası, evin küçük çocuğu öldükten sonra odasına hiç dokunmamışlar, yaşadığı zamanki biçimini korumuşlardı. Evleri küçük olduğu halde o odada kimse yatmıyor, anne-baba yatak odalarında, hastam ise salonda uyuyordu. Aradan 12 yıl geçtikten sonra babanın kanser olduğu öğrenilmiş ve evi bir hüzün kaplamıştı. Bundan en çok etkilenen kişi hastamdı ve yakınmalarından kurtulmak için bana geldiğinde, depresyon belirtileri vardı. Ona depresyon belirtilerini hafifletecek bir antidepresan önerdim ama asıl yapılması gerekenin kardeşinin yasının ve babasını kaybetme olasılığının üzerinde durulacak bir psikoterapi sürecine girmek olduğunu da belirttim. Artık böyle bir şey için kendisini hazır hissettiğini söyleyen hastamla görüşmelere başladık. Zamanla kardeşinin kaybında yaşadığı üzüntüleri ve kızgınlıkları ele alıp dile getirdikçe bir yas tutma sürecine girdi. Kardeşinin odasını kullanmaya ve yaşamının diğer alanlarında farklı planlar yapmaya başladı. Ondaki bu değişim ailesini de olumlu yönde etkiledi ve tüm ailenin yaşamında değişiklikler oldu. Yani 16 yaşındayken kaybettiği kardeşinin yasını tutamamış olan hasta 28 yaşına geldiğinde, babasını kaybetme olasılığı ile eski yasını hatırlamış, artık yasını tutabileceğini hissetmişti.

Bir yakınımızın öldüğünü duyduğumuzda bazen duygularımı bazen düşüncelerimiz önden gider ve yas sürecini başlatır. Duygular geride kaldığında bir donukluk ya da duygusal yalıtım yaşanır. Ama ne yaşanırsa yaşansın gerçeğin bilinçte kabul edilmesi ve yaşamın sürmesi gerekmektedir. Gerçeğin anlaşılmasında, tamamıyla bir inkara gidilmesinin engellenmesinde geleneğin ve sosyal yaşantının önemli bir rolü vardır. Toplumumuzda bir kişi bir yakınını kaybettiğinde ona başsağlığı ziyareti yapılması ve acısının bu yolla paylaşılmasına önem verilir. Yakınını kaybeden kişi de bunu ister ve kaybını paylaşacak yakınlar arar, başsağlığı dileyenlere şükran duyar. Her tanıdığın gelerek başsağlığı dilemesi ile bir yandan da kayıp gerçeği tekrar tekrar dile getirilir ve zor kabullenilen bu durumun anlaşılması sağlanır. Bu yolla sosyal destek sistemleri devreye girer kayıp yaşayan kişinin ihtiyaçlarının karşılanması için çaba harcanır. Gerçeklikle bağın kurulması açısından geleneğin, kültürün ve cenaze töreninin önemi büyüktür.

23 yaşındaki tıp öğrencisi Emre, kanser olan ve 2 yıldır çok ağırlaşan dedesinin ölüm haberini telefonla öğrenmişti. Tüm tedavisinde yanında bulunmuş, dedesine yaşamında kendisine yaptıkları  için teşekkür edebilmiş ve onunla vedalaşmıştı. Ama yine de ölüm haberini alınca üzerine bir ağırlık ve hüzün çökmüştü. Hemen onun evine gitmek istemiş, eve vardığında hızla yanına gitmişti. Dedesinin yüzünü görmek istemiş, sanki onu görerek öldüğünü zihninde kesinleştirmeye çalışmıştı. Üzerindeki örtüyü açtığında yüzünde ölümün ifadesini görmüş, onu öptüğünde ölümün soğukluğunu hissetmişti. Elini tuttuğunda dedesinin bedenindeki katılık onu şaşırtmıştı. Her an sanki dedesinin ölümünü daha da çok kabullendirecek şeylerle karşılaşıyordu. Ardından cenaze işlemlerine başlandı, dede yıkandı ve kefenlendi. Cenaze namazı kılınıp toprağa verildi. Cenazesiyle, toprağa gömülmesi, mezarlıkta bırakılıp evine dönülmesiyle birlikte ölümünü daha da derinden duyumsamıştı. O akşam ve sonraki günlerde evde onun eksikliğini hep hissetmiş, sesini duyamamak ve ona dokunamamak üzmüştü. Onu, yaşamındaki eski yerinde bulamıyordu.

Emre’nin yaşadığı gibi, yakınını kaybeden kişi algıladığı her farklılıkta yitimini duyumsar ve anlar. Kişi doktor ya da din görevlisi gibi ölümle ilgili konulara yakın birisi bile olsa, daha önce yaşamış olduklarından yararlanabilir ama şahit olmak ve bilmek ile yaşamak arasında farklılıklar olacaktır. Yası tutan kişi olmak, yası duyumsamak değişik gelecektir.

Ölümün inkarında kaybedilen kişinin kim olduğu ve kaybediliş biçimi de etkilidir. Eğer kaybedilen kişi bir çocuk gibi kaybedilmesi beklenmeyen birisi ise kabullenmek daha zordur. Kaybedilen kişi yaşlı ise ölebileceği olasılığı daha önceden akıllara gelebileceğinden, kaybedilmesi hiç beklenmeyen bir şey olmayacak, yasının tutulmasını biraz daha kolaylaştıracaktır. Eğer ölen kişinin cesedi bulunamıyorsa ya da öldüğüne tanıklık etmiş kimseler yoksa yakınlarının ölümü kabullenişi zorlaşacaktır. Bir gün gelebilir umudunu taşımak, kaybolan yakının öldüğü gerçeğini kabullenmeyi güçleştirir. Böyle durumlarda kaybedilen kişinin bir izini, bir kalıntısını bulmak bile yasın tutulmasını kolaylaştırabilir, yası başlatabilir.