• ÖNCE ÇOCUKLARIMIZ

  • ÖNCE KADINLARIMIZ

  • ÖNCE AİLELERİMİZ

  • ÖNCE GENÇLERİMİZ

  • ÖNCE YAŞLILARIMIZ

BİR YAKININ ÖLÜMÜNDEN SONRA CEZALANDIRILMIŞ OLMA VE SUÇLULUK HİSSİ

BİR YAKININ ÖLÜMÜNDEN SONRA CEZALANDIRILMIŞ OLMA VE SUÇLULUK HİSSİ

Ölümü Tanrı’nın, yaşamın, kaderin bir cezalandırması olarak algılayan kişiler kendilerini suçlu hissedebilirler. Bu suçlulukla birlikte bazı kötü davranışları bırakmaya yönelebilir, cezanın diyetini ödemeye, pazarlık yapmaya çalışabilirler. Burada bu duygularını hafifletecek bir yol bulmaları yas sürecinin ilerlemesini kolaylaştırırken suçluluk duygusunun çok şiddetli olması, kişinin bundan olumsuz yönde etkilenmesi, yas sürecini baltalar.

Yaşamlarına bilinçdışı cezalandırılma ve suçluluk düşüncelerinin yön verdiği kişiler, iyiliklerini ve hayırlarını yalnızca gelebilecek cezalandırmaları bertaraf etmek ve suçluluk duygularını hafifletmek için yapıyorlarsa ölümle karşılaştıklarında “Ben iyi biriydim, başıma böyle bir şey nasıl gelir?” biçiminde sorgulamalara girerler. Sanki verilen önödemeler, diyetler, haraçlar, rüşvetler karşılığını bulamamış, işe yaramamış gibidir.

Diğer yandan kayıpla birlikte yaşadıklarımızı sosyal yaşamla karşılaştırırız. Sosyal yaşamdaki gibi, karşımızdaki kişiye iyi davrandığımızda onun da bize iyi davranacağını düşünürüz. Bu karşılaştırma insanın aklını karıştırabilir ve yapılan iyilikler karşısında Tanrı’nın ona iyi davranmadığı düşüncesini akla getirebilir. İlahi adalet beklentisini bozar, kaderin, Tanrı’nın, doğanın “adalet”ini sorgulatır. Ölümle karşılaştığımızda, diğer zamanlarda yaptığımız gibi bu sorun için de bir şeyler yapmak, bir çare, bir çözüm, bir yol bulmak isteriz. Ama zamanda geri dönemiyor olmak bizi engeller, öfkelendirir. Ne yazık ki ölüme çare yoktur.

Geride kalmak, ölmemiş olmak, hala yaşıyor olmak da suçluluk hissettirebilir. Özellikle de kişi bir kaza sonucunda ya da topluca yaşanan ve ölümlerin olduğu bir olay (deprem, sel, soykırım gibi) sonucunda öldü ise bu suçluluk daha yoğun yaşanır. Erken gelen ölümlerde de geride kalanlar, yaşıyor olmanın acısını çekebilirler. Bunu çocuğunu kaybetmiş anne-babalarda sık görürüz. Bu kişilerin “Keşke onun yerine ben ölseydim.” dediğini sık duyarız.

Ölüm; kaza, ihmal ya da öldürülme gibi biçimlerle olmuşsa geride kalanların suçluluk duygusu daha fazla olabilir. Ağır hastalıklarda, uzun süreli tedaviler sonucunda, hastalık tanısının konamadığı durumlarda ya da hastalığın belli bir tedavisi olmadığında hasta yakınları ne yapacakları konusunda kararsızlıklar yaşarlar. Bu kararsızlıklar ve çaresizlikler, hastanın ölümünden sonra yakınlarında suçluluk duygularına dönüşebilir, hasta için yapılamamış şeyler, denenememiş tedavi seçenekleri geride kalanların suçluluk hissini arttırabilir.

Hissedilen suçluluğun sesi; “Keşke şöyle yapsaydım.”, “Keşke daha çok çaba harcasaydım.”, “Eğer orada olsaydım böyle olmazdı.”, “Eğer iyi baksaydım yaşardı.”, “Elimden geleni yapmadım.” biçiminde duyulur.

Öfkeyi yapıcı olarak kullanabilme şansı daha yüksekken suçluluk duygusu daha ezici, boğucu ve baş etmesi zor bir duygu olarak kalabilir. Bu duygunun aşılmasında, kişinin kendisini, karşısındakileri veya kaybettiği kişiyi affedebilme gücü öne çıkar. Affedebilen, sevgi ve şefkati öne geçirebilen, rahatsız edici de olsa bazı yaşananları geride bırakabilen kişiler böyle bir suçluluk duygusunu daha kolay aşarlar.

Yastaki her duygu gibi öfke ve kızgınlığı yaşamak, yaşayabilecek bir alan, bir yol bulmak zamanla bu duygunun azalmasına ve dönüşmesine neden olur. Yapılabilecek en kötü şey öfkeyi tamamıyla bastırmak, dile gelmesine hiç izin vermemek, yok saymaktır. Öfkeyi yaşayabilmek için çevrenin ve kişinin kendisini eleştirmemesi, suçlamaması gerekir. Yas tutan kişinin yakınları da bu konuda dikkatli olmalıdır, çünkü birşey söylenmese de dolaylı yollarla kişiye suçluluk yüklenebilir. Mesela bir kadın kocasını kaybettikten sonra çocuğu ile gezip dolaştığında, üzerindeki stresi azaltacak yollar aramaya başladığında, kulağına dedikodular gelir. Çevresindekilerin "Kocası yeni öldü geziyor. Kocası öldü ama hala kendisine bakıyor." gibi konuşmalar duyar. Böyle suçlanmalarla en sık karşılaşan gruplardan birisi dul kalan kadınlardır. Bazen toplumumuzda dul kalan kadınların ölene kadar yas tutmaları, hiç neşelenmemeleri konusunda bir baskı ortaya çıkar.