• ÖNCE ÇOCUKLARIMIZ

  • ÖNCE KADINLARIMIZ

  • ÖNCE AİLELERİMİZ

  • ÖNCE GENÇLERİMİZ

  • ÖNCE YAŞLILARIMIZ

AİLEDE ÇOCUK KAYBI

AİLEDE ÇOCUK KAYBI

Kogan’a göre yas süreci gelişimi adım adım izler. Gelişim doğrultusunda atılan her adım bir yanıyla eskinin geride bırakılması, alışılmışın atılmasını birlikte getirir çünkü. Yani yeniler kazanılırken, eskiler yitebilir. Çocukluktan ergenliğe, ergenlikten delikanlılığa/genç kızlığa, genç kızlıktan evliğe, evlilikten anne olma yönünde atılan her yeni adımın daha önceki evreyi geride bırakması, bir önceki evrenin sorumluluğu az, hoşa giden, koruyucu özelliklerinin kaybolmasını da birlikte getirir. Bu kapsamda yaşlanma bir gelişimdir. Ama yaşlanma çocukluk, ergenlik, genç kızlık, delikanlılığın ya da nişanlılık gibi geride kalmış dönemlerin arandığı, özleminin çekildiği, yas duyulduğu bir süreçtir aynı zamanda. Ayrışma süreçlerinde birincil nesnelerin yitimi yasa neden oluyor örneğin. Anna Freud ergenlik döneminde bu nedenle yasın sakınılmaz olduğu görüşünde. Ayrışmanın korunma ve destek almayı azaltması yasa; çaresizlik ve şaşkınlığı da katar. Gelişimsel süreçlerde atılan her yeni adımın bir yitimi birlikte getirmesi ve bunun yas ve çaresizliğe neden olması kaçınılmazlaşır bu nedenlerle.

Öte yandan yas gelişim süreçleri dışındaki nedenlerden de kaynaklanır. Bir yakını yitirmek, maddi kayıplara uğramak, bir ülkünün geçersizliğini yaşamak ya da önem verilen beklentilerin yerine gelmemesinde olduğu gibi. Yoğun kayıplar yitirilen nesnenin önemine, yitirilme biçimine, yitime uğrayan kişinin katlanma gücüne bağımlı olarak örseleyici özellikler kazanabiliyor.

Süreğen Hastalığı Olan Çocuğun Yitimi

Çocuğun yitimi salt yasla sonuçlanmıyor. Özellikle süreğen hastalıklı çocukların ya da kendisi bakımda zorlanan güçsüz annelerde çocuk yitimi yalnızca yasa neden olmuyor. Süreğen hastalıklı çocuklarda yaşanan dışa vuramayan düşmancıl hisler ya da güçsüz annelerde çocuğun yitimi durumlarında bakım yükünün azalması nedeniyle rahatlama da yaşanıyor. Hangi nedenle olursa olsun bu rahatlama yas kadar bir suçlanmaya da neden olur. Bu noktada suçlanma ile yas karışıyorlar. Benzer bir olguyu yeri dar, varlıksız, olanakları kısıtlı ya da rekabetin acımasız olduğu ailelerde içlerinden birinin gitmesi, yuvadan atılması düşlemlerinde simgelenir. Kuş yuvalarında yerin dar ve gıdanın yetmemesinin birinin (YAVRUNUN) atılmasına neden olduğu biliniyor. İşte bu “yuvadan atma” düşlemlerinin de, yaşanılan suçlanmada katkıları vardır.

Krause suçlanma ve utanma döngüsünün birbirlerini şiddetlendirdiği görüşünde. Benzer bir biçimde yas/suçlanma alaşımı da yası daha da şiddetlendiriyor, işlenmesini güçlendiriyor. Şiddetli yas ya da yas/suçlanma alaşımı bireyleri ve aileleri kendi olanaklarına göre baş etme yollarına zorlar. Yadsıma, tekrarlama ve manik düzenekler Kogan’a göre şiddetli yasın özgül savunmalarıdır. Aile bireyleri yasın işlenmesinde yukarıda belirtilen özgül savunma düzenekleri dışında ortak ya da bireysel yollar ararlar. Yasın azaltılmasını yeni doğandan beklemek ortak yollardan bir tanesidir. Şiddetli yastaki ailelerin yeni doğandan yasın azaltılması yönünde beklentileri kaçınılmaz olur genelde. Çocuktan ebeveynin yasına dikkat etmesi, yasa katılması ve yaslanması beklenir. Oysa çocuğun yapısı yaslanmaya uygun değildir. Hatta çocuklar sekiz yaşına kadar yası kaldıramıyor, yası yaşayamıyorlar. Yasını işleyememiş ailelerde ise çocuktan bundan daha da ilerisi beklenir. Yenidoğandan gidenin boşluğunu doldurmasını beklemek ailenin yasa verdiği tepkinin şiddetlileri arasındadır. Yenidoğandan gidenin özelliklerini üstlenmesi, hatta onun kimliğini almasını beklentisinde bu şiddet daha da ileri boyutlar kazanır.

Yahudi soykırımını yaşamış, esir kamplarında ölüm korkularını çekmiş, üstüne bir yakınını (çocuğunu) yitirmiş kişilerde şiddet doruk noktalarındadır. Kogan’a göre bir rastlantıyla soykırımdan kurtulmuş kişiler, çocuklarından ölüm korkularını yok etmesini bekliyorlar. Bundan da ileri gidiyor, çocuğa öleni geriye getirmesi görevini veriyorlar. Bilinçdışı düşlemlerinde belirginleşen beklentileri çocuklar sözel olmayan yollardan seziyor, anlıyor, onları içselleştiriyor, bunun gereğini de yapmaya çalışıyorlar. Bu beklentilerin çocuğun katlanamayacağı boyutlar kazanması ve örselenmeye dönüşmemesi olanaksızdır. Soykırımı yaşamamış çocukların soykırımı yaşamışçasına semptomlar göstermesi (Kerstenberg, Kogan) çocuktan beklentilerin ve ona verilen görevlerin bir kanıtı görüntüsündedirler.

Öte yandan yukarda belirttiğimiz gibi, yenidoğana, yitirilen çocuğun yerini alması, gidenin boşluğunu doldurması görevleri de verilir genelde. Ailenin yaslanma gücüne bağımlı olarak beklentilerin şiddeti artar. Hatta yenidoğandan gidenin kimliğini alması beklenir, onun adını taşımak zorunda kalır, gidene benzeyen özellikleri beğenilir. Yaslanamamak ise; gidenden ayrılamamak, gideni bırakamamak, “evet o artık yok “ gerçeğini kabullenememektir aynı zamanda. Gidenin bedeni gitmiştir amma yaslanamayan kişilerde giden daha da güçlenerek aile içindeki varlığını sürdürür. Yenidoğandan daha da canlı, daha da güçlü olarak. Bu nedenledir ki ölen yaşayandan daha da güçlüdür, aynı nedenle yenidoğanın gidenle rekabet etme şansı yok denecek kadar azdır.