DEPRESYONDAKİ EBEVEYNİN ÇOCUĞUNDAN BEKLENTİLERİ
Ülkemize sık rastlanan olgulardan bir tanesi kocasını yitirmiş ya da kocasından düş kırıklığına uğrayan annelerin oğlan çocuğuna yaklaşması ve ondan babasının yerine geçmesini, onun eksiklerini tamamlamasını beklemesidir. Öte yandan eşinden düş kırıklığına uğramış babanın kızına duygusal bağlantılarının yoğunlaştığı olgular da gözlemleniyor. Derinlemesine araştırmalar, anne ya da babanın karşı cinsten çocuklarına duygusal bağlantılarının şiddetlenmesi için eşi yitirmenin ve eşler arasındaki düş kırılıklığının yetmediği sonuçlarını vermiştir. Ruhçözümcüleri anneyi oğluna, babayı kızına yaklaştıran bireysel nedenlerin araştırılması gereğini vurgular ve iki temel nedenin unutulmamasına işaret ederler: Saldırgan baba, zarar veren anne tasarımları ve onlardan korkuların.
Richter (1969 S. 108) ebeveynin yedeği olması beklenen çocuğa, yerine geçtiği kişinin özelliklerinin de yansıtıldığı görüşünde. Yani eksikliği duyumsanan kişinin özelliklerini yedeğe yansıtır. Ebeveynden birinin yedeği rolünün çocuğa verilmesi için yedek arayan eş buna gereksinim duymalıdır. Evliliğinde yeterli doyumu sağlayamamış, eşinden düş kırıklığına uğramış, eşini yitirmiş kişiler, “ülkemizde daha çok kadınlar”, buna sıklıkla gereksinim duyuyorlar. Yedeğin seçiminde oğulun baba, kızın anne yerine geçtiği bir nesne değişimi söz konusudur. Ebeveynden birinin yitirdiği ya da anlaşamadığı kişinin yedeği rolüne çocuğu zorlaması pek de kolay olmaz. Dullar ya da mutsuz evliliklerde anne oğlu ile duygusal bağlarını yoğunlaştırır ve kocanın eksiğini böylece tamamlamaya çalışır. Bu ilişkide yitirilmiş, düş kırıklığına uğranılmış eşten beklentiler, sıcaklık, korunma ya da destek alma, önemli bir rol oynar. Seçilen yedekten bu eksiğin doldurulması beklenir. Anne oğluna baba da kızına aşırı yakınlık ve ilgi gösterir bunun sonucu olarak. Beklenen role ensestle ilgili sorunların katılması durumu karıştırıcı, suçlanmayı şiddetlendiricidir. Bu beklentiler içinde eşinden alamadığı sevgi ve sıcaklığı oğlunda araması elbette birinci sıradadır. Ülkemizde ise geçerli toplumsal yasaklar anneye başka bir arkadaş arama olanağını kısıtlıyor. Dul kalmış bir kadın tüm bireysel ve kadınlık haklarından vazgeçmek, cinselliğin yasaklandığı bir kimliğe bürünmek zorunda kalıyor. Kadın ve erkek eşitsizliği anneyi oğulun seçimine zorluyor. Ülkemizde mutsuz evlilikler yapan annelerin sıklıkla erkek çocuklarına yaklaştıkları, onlarla dışardan kolay görülebilen bir yakınlık kurdukları sık yapılan gözlemlerdendir. Annenin bu yakınlığı sağlamak için en çok kullandığı yöntem “oğullarını şımartmak” oluyor, onların her istedikleri hatta istemediklerini de vererek oğul yakında tutuluyor. Bu yakınlığın ensest sorunlarını da alevlendirmesi, ilişkiye bazen azap veren özellikler katıyor. Sorunlara tepki daha çok oğuldan geliyor. Yakınlaşmanın başka bir türü töre cinayetlerinde izlenir. Ne yazık ki ülkemizde kocası öldürülmüş ve intikam alma görevini oğluna yükleyen anne öyküleri bilinmektedir.
Yakınlığa gereksinim duyan annelerin oğullarının her istediklerini yerine getirdikleri gözlemlerimiz arasındadır. Bu durumda erkek çocuk tanrılaştırılıyor, hediyelerle şımartılıyor. Oğlan çocuğun yakında kalması için her şey yapılıyor. Evin erkeği seçiliyor. Şımartılmaya alışmış oğul anneden ayrılamıyor. Amma aynı zamanda ensest sorunlarının da etkisinde kalıyor. Annenin yakınına da gelemiyor. Ne uzaklığa ne de yakınlığa izin veren bir ilişki çıkıyor ortaya böylece. Oğul bu durumdan çok rahatsız. Kolay sinirleniyor, kolay huysuzlaşıyor, aldığı tüm armağanlardan ve kendisine öncelik verilmesinden huzursuz. Annesine bağırıyor, ona hakaret ettiği de oluyor. Ama isteklerinden ve annenin vericiliğinden de vazgeçemiyor. Anne de bu huzursuz çocuktan rahatsız amma ondan uzaklaşamıyor, dileklerinden rahatsız amma onları yerine getiriyor, duygusal bağlarını koparamıyor. Richter’e göre (1969 s. 110) yaşıtlarını doyuracak bir gelişmeyi sağlayamamış eşler çocuklarına sarılıyorlar.
Örnek
Bir toplantıda alımlı bir genç kız dikkatimi çekmişti. Kız arkadaşları babası ile yakın ilişkilerini anlatmış, babayı öve öve bitirememişlerdi. Başarılı bir işadamı olan baba, kızı için her yerde hazırdı. Okuluna arabasıyla getirip götürüyor, onunla yemeğe çıkıyor, tüm eksiklerini tamamlıyor, vaktini çoğunlukla kızıyla geçiriyordu. Arkadaşlarının böylesi bir babaya uzaktan hayranlık duydukları ve arkadaşlarının gizliden gizliye kıskandıkları belli oluyordu. Amma kızın tavırlarında bir şey daha belli oluyordu.
Toplantıda kendi yaş gurubundaki erkekler yerine daha çok yaşlılarla ilgileniyor ve erotik tavırlarıyla da dikkati çekiyordu. Belliydi ki babanın kızına duygusal yatırımdaki aşırılık ensest sorunlarının daha da şiddetlenmesi ve işlenmeden kalması ile sonuçlarını vermişti. Böylesi bir ilişkide yoğun suçluluk duygularını ve babanın kızından, kızın babasından beklentileri ile birbirlerine hangi rolü verdikleri sorusu gündemden düşmemelidir. Bu soru ile ebeveynlerin çocuklarından beklentileri olduğu, onlara belirli roller verdikleri kadar çocuklarının da beklentileri olduğu ve ebeveynlerini belli rollere zorladıkları gerçeği güncelleşir. Biz bu gerçeğin araştırmalarda gereğinden çok ihmal edildiği kanısındayız. Oysa çocukların; ebeveynlerin beklentilerini yerine getirmemek, onların değerlerine aldırmamak, başarıya odaklanmış ailelerde başarılı olmamak yoluyla ebeveynleri belli rollere (kontrol edici, kaygılı, aşırı koruyucu) kolayca ittiklerini biliyoruz. Ebeveyne bu tür yaklaşım öğrenim sorunları olan çocukların sık kullandıkları bir yöntemdir. Bunun bir inatlaşma dışında eksiği duyulan ilgiyi sağlama yollarından biri olup olmadığı da araştırılmalıdır.
Doç Dr Celal Odağ