YA KONTROLÜ KAYBEDERSEM?
Kontrolü kaybetme korkusu farklı biçimlerde kendisini gösterir. Bazen sağlık sorunları, bazen maddi sorunlar, bazen siyasi ve toplumsal meseleler kontrolü kaybetme korkularını ortaya çıkarabilir. Bazen yaşam içindeki değişimler kontrolün kaybedileceği hissini verebilir. Örneğin yeni evlenen bir kadın evinin ve artık kendi yaşamının kontrolünü eline geçirdiğinde kaygılanabilir. Kontrolü kaybetme duygusu sıklıkla kontrol edilebilen durumlar ve sorumluluk kişide olduğunda şiddetlenir. Yeni statünün beraberinde gelen bilinmezlik ve belirsizlik de kontrolün şiddetlendirilmesi gerektiği hissini pekiştirebilir.
Kontrolü kaybettiğini düşünmek kontrolü elde etme arzusunu şiddetlendirir. Bunun yaratacağı kısır döngü içinde her hareket ile daha çok kontrol etmeye çalışılırken kontrol edilemeyen her öge kişiyi daha çok kaygılandırır. Bu yüzden içinde kontrol edilemezlik barındıran durumlarda (yaşam, sağlık, ilişkiler gibi) kontrol etme çabaları sonuçsuz uğraşlara neden olur. Bu uğraşlar kişiyi ruhsal açıdan tüketir ve sonuçta daha güvensiz, daha kaygılı bir ruh haline sokar.
Böyle bir tablonun ortaya çıkmasında rol oynayabilecekler arasında iki durum öne çıkar. Birincisi kişinin bağımlılık düzeyidir. Sürekli aynı çevre, aynı aile içinde kalan kişiler bir süre sonra bu çevreye bağımlılık geliştirip yeni çevrelere karşı yabancılık hissetmeye başlarlar. Yeni çevreler, yeni durumlar ve ortamlar kişiler için kontrol edilemez ve kaygı verici bir özellik kazanabilir. Örneğin yukarıda söz edilen kadın ailesinden hiç ayrılmamış, yaşamda kendi ayakları üzerinde hiç durmamış birisi ise, evlenip kendi ayakları üzerinde durduğunda kendisini yalnız hissedebilir. Kocasını ve kocasının ailesini kendi ailesi ile kıyaslamaya başlarsa işi daha da zorlaşır. Genellikle bu kıyaslar, büyüdüğü aileyi iyi ve aranılan, kocasını ve ailesini ise kötü ve yabancı görmesi konusunda onu bol bol destekler. Yeni ilişkilere ve yeni çevreye güven duyamama “Bu çevre içinde kontrolümü kaybedersem ne olur?” biçiminde kaygılar yaratabilir.
İkinci durum kişinin çevresine karşı güvensizliği ve aşırı özerkliğidir. Bazı insanlar güven vermeyen ebeveynler ile büyüdüklerinden daha sonra tanıştıkları yeni çevrelere karşı güvensiz ve şüpheci olurlar. Çocuklarına karışık mesajlar veren, yanındayım deyip yanında olmayan, çocukları sevgi beklerken onları yargılayan, empati yapmakta zorlukları olan, aşırı cezalandırıcı, yargılayıcı ve eleştirel olan ya da çocuklarını ihmal eden ebeveynlerin çocukları onlara karşı güven geliştiremezler. Bu güvensizlikleri her işi kendi başlarına yapmaları gerektiği izlenimini verebilir. Bu çocuklardan yetenekli ve zeki olanlar erişkin olduklarında yalnız başına bir çok işi başaran, aşırı özerk ve bireysel kişiler olurlar. Ama yakın arkadaşlıkları, güvenebilecekleri, sırtlarını yaslayabilecekleri dostları pek olmaz. Böyle bir güven ilişkisi kuramadıkları için de yaşamlarındaki her ögeyi, her ilişkiyi kontrol etmeye çalışırlar. Sıklıkla çevrelerindeki insanlarla aralarına mesafe koyarak kontrolü ellerinden kaybetmemeye çalışırlar.
Bu tür kontrolü kaybetme kaygılarına kişisel kontrolü kaybetme kaygıları eşlik eder. “Ya aklımı kaybedip delirirsem?”, “Ya kontrolümü kaybedip kendimi balkondan aşağı atarsam?” gibi kaygılar kişiyi iyice çıkmaza sokar.