• ÖNCE ÇOCUKLARIMIZ

  • ÖNCE KADINLARIMIZ

  • ÖNCE AİLELERİMİZ

  • ÖNCE GENÇLERİMİZ

  • ÖNCE YAŞLILARIMIZ

İLİŞKİLER BOZULDUĞUNDA: GÖZLEMLER VE YORUMLAR

İLİŞKİLER BOZULDUĞUNDA: GÖZLEMLER VE YORUMLAR

Bu yazının amacı bilgilendirmektir. Size yakın bulduğunuz durumlar kendinizi anlamanızı ve ilişkiniz üzerinde düşünmenizi kolaylaştırabilir. Anlamak ise sorunları tanımlamanın ve çözmenin ilk adımıdır. Eğer eşinizle ciddi sorunlar yaşıyor ve bunları aşamıyorsanız, kendinizi ya da ilişkinizi daha iyi anlamak için bir terapiste başvurunuz.

Olumsuz Duygularda Şiddetlenme

İlişkilerinde sorun yaşayan çiftlerle çalıştığımızda en öne çıkan durum duygularının yoğunlaşmış olması ve kişilerde tükenmenin ortaya çıkmasıdır. Mutsuzluk, üzüntü, kızgınlık, çaresizlik hisleri yoğunlaşmıştır. Hatta bu duygular o kadar etkin hale gelmiştir ki kişi tamamıyla bu duyguların denetiminde hareket ediyordur. Bu duygular, ilişkiye yeni olumsuzluklar yüklediğinden ilişkiyi bir kısır döngü içine sokarlar. İlişkinin gidişinin bozulmasının yanında ilişkiden alınan keyif, doyum ve mutluluğun da yok olmasına neden olurlar.

Bozulan ilişkilerde öfke şiddetlenince ortaya suçlama ve aşağılama çıkar ya da tam tersine suçlamalar ve aşağılamalar öfkeyi şiddetlendirir. Sorun yaşayan çiftlerin birbirlerini suçlama eğilimleri güçlüdür. Terapiye geldiklerinde, zamanlarının çoğunu diğerini suçlamak ve ona kızmak ile geçirirler. Hatta bazen yalnızca eşlerini suçlamak ve onların ne kadar kötü ve zalim olduklarını, kendilerinin ne kadar haklı olduklarını göstermek için terapiste başvuran çiftler vardır. Suçlama ve sürekli olarak diğerinin değişmesi gerektiğini düşünme çözüme giden yolu tıkar. Suçlanan, aşağılanan ve saldırılan kişi dirençlerini ve savunmalarını güçlendirir. Dirençlerin ve savunmaların güçlenmesi esnekliği ve çözüm üzerine düşünmeyi bozar. İlişki yine bir kısır döngüye girer ya da donar.

Çalıştığımız çiftlerde haksızlığa uğramış olma, hak ettiği ilgiyi ve teşekkürü bulamama duygularının özellikle kadınlarda yoğun olduğunu sıklıkla görürüz.

Öfkenin, aşağılamanın ve kızgınlığın yoğun olduğu bir ilişkide haksızlığa uğrama, incinme, mutsuzluk ve üzüntü yaşanacaktır. Böyle duygular, intikam alma arzusunu yeşertir ve benzerlerini karşısındakine yaşatma isteği güçlenir. Böyle durumlarda affetmekte ve öfkesini dindirmekte güçlük yaşayan çiftler tekrar tekrar benzer durumların içine girme konusunda ustalaşırlar. Bu konudaki hırsları, her sorun yaşadıklarında ilişkilerinin daha da geriye gittiğini görmelerini engelleyebilir.

Bazı çiftler de sorunlu ilişkiler yaşamaktan ve bunu sürdürmekten keyif alırlar. Kavga, dövüş, öfke olmazsa rahat edemezler. Hatta bazen, ters bir biçimde, kavga ve tartışma sevginin ifadesinin ve çiftin birbiriyle ilgilenmesinin bir yolu haline gelir. Sevgiyi alamadıklarını hisseden kişiler, öfke ile ilgiyi üstlerine çekme konusunda kendilerini geliştirebilirler. Suçlamayı ve eleştirmeyi sevenlerin karşısında günah keçisi olmayı çok iyi beceren kişiler vardır.

Olumlu Duygularda Azalma

İlişki sorunlarında öfke, mutsuzluk ya da ihmal, sevginin hissedilmesini güçleştirir. Çiftler birbirlerini sevdiklerini unutmaya başlarlar. Sevginin ifade ediliş yolları gittikçe azalır. Bunun azalması ilişkinin beslenmesini bozar.

Sorunlu ilişkilerde sevginin ifadesinin yanında normal ifade ve konuşma yolları da azalır. İletişim en az düzeye iner ve çiftler yalnızca yaşamın sürmesi için gerekenler üzerinde konuşmaya başlar. Bu çiftler sanki aralarında hiçbir ilişki ve sevgi yaşanmamışçasına davranmaya başlarlar. Sorunlar arttıkça olumlu anıların ve yaşantıların gittikçe unutulduğu, ilişki içinde hiç anımsanmadığı ve konuşulmadığı görülür.

İlişki, güven hissedilen bir alan değil korku ve huzursuzluk yaşanan bir ortama dönüşür.

Geçmişinize Bir Bakın ve Karşılaştırın

Bazen geçmişten gelen sorunlar ilişkilerde olumlu ya da geçmişe göre farklı yaşantıların ortaya çıkmasını engeller. İnsanoğlu her yeni karşılaştığı durumu öncekilerden öğrendikleri ile yorumlar. Çift ilişkileri de daha önce yaşanan ya da gözlemlenen çift ilişkilerine göre değerlendirilir ve biçimlendirilir. Yoğun duyguların yaşanmış olduğu, önemli zamanlarda birlikte olunan ya da uzun süre devam etmiş ilişkiler insanda derin izler bırakırlar. Daha sonraki ilişkiler bu izlerin içinden akarlar. Bu açıdan en önemli ilişkiler aile içinde yaşananlardır. Anne-çocuk, baba-çocuk, kardeş-kardeş arasında yaşanan ilişkiler, ergenlik dönemindeki ilişkiler, en sık karşılaşılan önemli ilişkiler arasındadırlar. İnsan için tanık olduğu durumlar da önemlidir. Özellikle anne-baba ilişkisi gibi uzun süre tanıklık edilmiş bir ilişki kişinin ilişkiler konusundaki düşüncelerini belirleyici bir rol taşır.

Eğer bir kişinin geçmişinde yaşadığı ilişkilerde sıkıntılar ve sorunlar varsa ya da böyle sorunlu bir ilişkiye uzun süre tanık olmuşsa, zaman içinde sevgilisini ya da eşini benzer bir durumun içine sokabilir. Örneğin alkolik ve yetersiz gördüğü babasının annesi ile yaşadığı sorunlara tanık olan ve bu sorunlarda etkin bir biçimde rol alarak babası ile mücadele etmiş bir kadın kocası ile benzer sorunlar yaşayabilir. Geçmişte yaşadığı sıkıntılarda annesi ile özdeşleşmiş ve onun yapmadıklarını yapmayı kendine görev edinmiş olabilir. Tanıştıklarında ve çıktıkları sıralarda çok hoş gördüğü ve aşık olduğu adam evlendikten sonra gözünde yetersiz bir koca haline gelebilir. Çocukluğunda üstlendiği rolü ve yaşadığı travmaları eşiyle tekrarlamaya devam edebilir.

Güven vermeyen ve baskıcı bir babası, kontrolcü ve aşırı koruyucu bir annesi olan bir adam ebeveynlerinden öğrendiği güvensizliği eşine kolayca yansıtabilir ve sürekli olarak onu kontrol etmeyi kendine görev edinebilir.

Eşini kardeşi gibi görme ve kardeşi gibiymişçesine davranma durumları da sıktır. Böyle ilişkilerde rekabet, kıskançlık ve didişme ile sık karşılaşılır.

İnsanın bilinçdışı olayları çok farklı biçimlerde ve mantık dışı bir biçimde yorumlayabilir. Örneğin bir kadın, anne-babası erkek çocuk istediği için erkeksi bir gelişim gösterebilir. Aktif, girişken, öne çıkan, delikanlı ya da erkek Fatma halleriyle kadınsı bir edilgenlikten ve uyarıcılıktan kaçınabilir. Böyle bir kadın kocasıyla sanki onun erkek arkadaşıymış gibi ilişki kurabilir ve rekabet edebilir.

Cinsel Yaşam

Geçmişteki akrabalık ilişkilerinin bilinçdışı bir biçimde çiftin ilişkisine egemen olması ensest sorunlarını beraberinde getirir. Akrabalık ilişkilerinde cinsellik yasaklandığı ve bastırıldığı için çiftin ilişkisindeki cinsellik de azalır. Kocasını, babası, oğlu ya da abisi gibi, karısını annesi ya da kız kardeşi gibi gören bir kişi ona karşı cinsel arzu hissedememeye başlar. Bu durumların gelişmesi aileye bir bebek katılması ile alevlenebilir.

Bir çiftin ilişkisinde cinselliğin baskılanması ilişkinin hazzını ve doyumunu ketleyecektir. Ayrıca böyle çiftler bilinçdışı olarak cinsellikten kaçınmak için sürekli kavga ederek cinsellikten uzak durmayı başarırlar.

Toplumumuzda birçok çiftin cinsel yaşamı evlilikle başlamaktadır. Eşler arasındaki ilişkinin önemli bir ögesi olan cinsel yaşam iyi gittiğinde ilişkiyi olgunlaştıran, kötü gittiğinde ise ilişkiyi gerileten bir faktöre dönüşebilir. Cinsel yaşamın derinleşmesi ve kalitesinin artması için etkin bir öğrenme sürecine ve eşler arasında iyi bir iletişime ihtiyaç duyulur. Günümüzde hem bu konudaki yayınlar hem de bu konu üzerine çalışan terapistlerin sayısı artmaktadır. Ama iletişim ve bir ilişkiyi geliştirebilme konuları ihmal edilebilmektedir.

İlişkideki Baskılar

Aileler, toplumumuzda çiftlerin ilişkisine kolaylıkla karışırlar. Bu karışma, sınırları yıktığında çiftler çocuksulaşır ve iki erişkin olarak ilişkilerini sürdüremez olurlar. İlişkilere karışan ailenin çocuğu, eşi tarafından bir erişkin gibi algılanamayınca karı-koca ilişkisinin dengesi bozulur. Çiftler birbirlerine saygılarını yitirmeye başlarlar.

İş yaşamı, çalışan çiftler üzerinde baskı yaratabilir. Yoğun iş saatleri ilişkileri gerileyebilir. Titiz, çalışmayı ve işlerini çok seven kişilerde böyle bir durumla sık karşılaşırız. İş yaşamının yoğunluğu kişinin kendisi ve eşi ile ilgili sorunlarından kaçış için iyi bir bahane de olur.

Çocuk sahibi olma, ilişkilerin dinamiklerini derinden etkiler. Çocukların aileye katılması ile dengeler değişir ve yeni yaşam biçimine uyum zaman alabilir. İlk çocuk, çifti anne-baba haline getireceğinden ve rollerde değişiklik olacağından çiftin ilişkisinde önemli bir aşamadır. Anne-baba olan çiftin karı-koca ilişkisinin biçimi de değişir. Toplumumuzda kötü giden ilişkileri çocuk sahibi olarak iyileştirme hayali ile sık karşılaşırız. Kadınlar, uzaklaşan eşlerini çocuk sahibi olarak yanlarında tutabileceklerini düşünürler. Ama ne yazık ki bu taktik genelde işe yaramaz. İlişkinin stresini arttırır.

Ayrılık Korkusu

Ayrılmaktan korkan ve bağlanma konusunda kaygılar yaşayan kişiler eşlerine çok sıkı bağlanabilirler. Çiftler böyle bağlanmaları sıklıkla aşk olarak tanımlar. Ama ne yazık ki bu aşk değildir ve zaman geçtikçe durumun farkına varılır. Ayrılık korkusu bir bağımlılık yaratır ve boğucu bir hal alabilir. Ayrılık ve kaybetme korkusu ile hareket eden eş diğerine yüklenecektir. Bu yüklenme ilişkinin kalitesini değil çatışmalarını arttırır.

İlişkiyi Unutma

İlişkiler, canlıdır. Bu nedenle beslenme, bakım ve ilgi isterler. İlişkiler bir bahçe gibi, yeterince ilgilenilmediğinde bazı çiçekler kurur, sevilen çiçeklerin yerini yaban otları ve sarmaşıklar alır, görüntüsü bozulur ve içinde olmak keyif vermez. Hatta bazen içine girmek bile güçleşebilir.

Bazen ilişkilerde yaşanan uzun süreli sorunlar ilişkiyi öldürür ya da ilişkinin artık ölmüş olduğunu gösterir. Ölmüş ilişkileri canlandırmak mümkün değildir. Ölen bir ilişkiyi gömmek ve yaşama yeni ilişkilerle devam etmek zamanı geldiğinde bunu yapmak kolay olmayabilir. Ayrılmak, bunun üzüntüsüne ve acısına katlanmak bazı insanlara çok zor gelmektedir.