• ÖNCE ÇOCUKLARIMIZ

  • ÖNCE KADINLARIMIZ

  • ÖNCE AİLELERİMİZ

  • ÖNCE GENÇLERİMİZ

  • ÖNCE YAŞLILARIMIZ

AYRILIK AĞIR GELİRSE

AYRILIK AĞIR GELİRSE

Ayrılıklar insanın yaşamını, ilişkilerini belirlediği kadar karakterini de belirler. İnsanın yaşamı geçmiş ayrılıklarının izleri üzerine kurulur. Bu izlerin nasıl bir tabloya dönüşeceği yasların tutuluş biçimiyle ilişkilidir.

Örneğin hiç beklemediği bir zamanda annesini ve babasını kısa aralıklarla kaybeden bir kadın ne yapacağını bilemeyebilir. Kişi ne yapacağını bilemez ve yaşam mücadelesinde kendisini yalnız hisseder ise kayıplarının yasını tutamayabilir. Yasın yerini korku ve kaygı alırsa kişi hareketlenebilir. Ayrılıklardan ve kayıplardan sonra hüzün yerine neşe, coşku, hareketlilik yaşanabilir. Bu coşku içinde cinselliğin, sosyalliğin, konuşmanın, aktivitenin artışı vardır. Uyku ve dinlenme ihtiyacı azalır. Kişi sanki sevdiğinden hiç ayrılmamış, onu hiç kaybetmemiş gibi yaşar.

Böyle haller yas ve üzüntüye katlanılamayacağının hissedilmesi ile ilişkilidir. Ayrılığın ve kaybın getirdiği yokluk çok acı ve dayanılmaz gelirse kişi bir süreliğine bunu inkar ederek yaşar. Bu yaslar kişi kendisini yas tutmaya hazır hissedene kadar ertelenir.

Ayrılıkların ardından yas tutmak için bir ilişkiye ve ortama ihtiyaç vardır. Erişkinler böyle bir ortamı kendileri hazırlarlar. Ölümün ardından gelen dini ve geleneksel törenler yasın başlangıcı için gereken ortamı sunar. Fakat esas yas konuşularak ve hissedilenler dile getirilerek tutulur. Bu yüzden güvenilir bir ilişkiye ihtiyaç vardır. Yaslarını dile getirecek böyle bir ilişki bulamayanlar konuşmak yerine somut çözümler oluşturmaya çalışarak yaslarını geçiştirmeye çalışabilirler.

Bunu açacak olursak örneğin annesini kaybeden bir kadın bu kaybın kendisine yaşattıklarını görmezden gelerek kendisini çocuklarına adarsa annesinin yasını tutamaz. Ya da kız arkadaşından ayrılan bir erkek bu ayrılığın ardından hemen yeni birisi ile çıkarsa eski arkadaşlığı yokmuş gibi olur. Fakat insanın bilinçdışı; her ilişkisini, yaşadıklarını ve hissettiklerini bilir, unutmaz. Burada biriken anılar ve duygular bir gün, bir biçimde ortaya çıkarlar. Bu birikim ne kadar çok olursa ortaya çıkış da o kadar şiddetli olur. Barajın ardında biriken su gibi, birikimin fazlalığı ortaya çıkacak gücün büyüklüğü ile doğru orantılıdır. Konuşma, anlatma ve ağlama bu birikimi  engeller. Konuşmak; birikimi engellemenin yanında buradaki enerjinin yeni bir yaşamın inşasında ve ayrılığın kişisel kazanıma dönüşmesinde kullanılmasına olanak yaratır.

Her kayıp ve ayrılık bir başka ilişki ile teselli bulur ama önceki ilişkilerin anılmadığı, anımsanmadığı bir yaşam derinlik kazanamaz. Böyle bir yaşamda kişisel tarih ve geçmiş kişiyi geliştirecek ve olgunlaştıracak bir yola dönüşemez. Daha da kötüsü bazı depresyonlar tutulmamış ve tutulamamış yaslardan beslenir.